İSTANBUL’UN SOKAK FOTOĞRAFÇILARI BERLİN’DE

İstanbul’un “sokak fotoğrafçıları” Berlin’de

Berlin’in en gözde salonlarından fotogalerie.freidrichshain’da sokak fotoğrafının envaiçeşit iyi örneği, bir karma sergi ile görücüye çıktı. Serginin kahramanları Türkiye’den. Ancak ortada havsalanın almadığı bir gariplik var: Ne ki fotoğrafları sergilen birçok fotoğrafçı vize engeline takılmış. Sergiyi gezerek hem bu durumu protesto edebilir, hem de kelimenin tam anlamıyla İstanbul havası alabilirsiniz. Sergi, 14 Kasım’a kadar görülebilir.

Serginin mimarlarından Tamer Bayri ile bu hususu, sokak fotoğrafını ve sergiyi konuştuk. İyi okumalar…

Fotoğrafla olan ilişkiniz nezdinde sizi tanıyarak başlayalım, kimdir Tamer Bayri?

15 yaşından beri fotoğrafa gönül vermiş ve fotoğrafın birçok kategorisinde yıllarca çaba harcamış bir insanım. İlk başladığım yıllara denk gelir ki önce şehir fotoğrafçılığı yaptım. Daha sonra yurt dışına çıkmakla birlikte portre ve nü fotoğraflar çektim. Bunların dışında son yıllarda çok fazla emek verdiğim sokak fotoğrafları çekiyor ve bu alanda çalışmalar yürütüyorum.

Fotoğrafla ciddi olarak ilgilenmem 1991 yılında başladı ve o günden bugüne fotoğraf, hayatımın bir parçası oldu. Fotoğrafı çok seviyorum çünkü benim için fotoğraf hayatımda bir denge unsuru. Bu yüzden ben hep fotoğrafçı olmak istiyordum ama ailem karşı çıktı ve onların yönlendirmesiyle mühendis oldum. Yıllarca birçok şirkette, hatta uluslararası şirketlerde mühendis ve yönetici olarak çalıştım.
(Tamer bunları anlatırken içimden şu cümleler geçiyor: İyi ki mühendis olmuşsun, en azından iş imkânı var. Biz fotoğraf ve sanat okuduk ki bize ise iş imkânı yok denecek kadar az.)

© Tamer Bayri

Sizi fotoğraf çekmeye iten motivasyon nedir? Bir araç yahut amaç mı yoksa bu uğraş sizi sağaltan bir şey mi?

Biraz önce söylediğim gibi fotoğraf benim için bir denge unsuru.  Çok yoğun geçen iş hayatım, aile, çoluk-çocuk dışında kendimi bulduğum, kendimi ifade edebildiğim bir özgürlük alanı. Fotoğraf çekmemin geriye dönük sebepleri de var. Biz yasaklar ülkeyiz. Yasakların olduğu ülkelerde insanlar bir takım uğraşlarla ancak kendilerini ifade edebiliyorlar. Ben cinselliğin yasak olduğu Türkiye’de bunu yapamazdım ama burada nü fotoğraflar çekerek kendimi ifade etmeye çalıştım. Bunların dışında yasalar gereği kişilerin izinsiz fotoğraflarının belirli şartlara uyulmadıkça yasak olduğu Almanya gibi Avrupa Birliği ülkelerinde inadına sokaklarda fotoğraf çektim. Sebebi de şu: Çünkü bir Avrupalı bizim ülkemize Türkiye’ye yahut Hindistan’a, Çin’e ve Japonya’ya gidip rahatlıkla sokakta fotoğraf çekebiliyor. Ama kendilerinin sokakta fotoğrafları çekilmek istendiğinde karşı çıkıyorlar. Ben sokak fotoğrafına birazda bu nedenle yöneldim. Bir mesaj vermek, o anı yakalamak ve sokağın saflığını, temizliğini, sokağın hareketini ve devinimini bir şekilde fotoğrafla sabitleştirmek. Kişisel tepki vermek ile başlayan sürecin sanatsal çalışmalara evrilmesi benim özetim diyebilirim

“Istanbul Candit Street Fotography” nedir, açar mısınız?

Sekiz fotoğrafçıdan oluşmuş, birbirini sokakta tanıyıp dost olan, farklı kategorilerden gelen ve birbirinden farklı düşünen sokak fotoğrafçılarının birlikteliğidir.

İstanbul Sirkeci’de bir kahve var. Tüm fotoğrafçı arkadaşlar orada toplanır. Gruptan bazı arkadaşlar hoca ve öğrenci ilişkisinden ötürü birbirini tanıyan fotoğrafçılardı. Hatta onların daha sonra dağılan “Turkuaz Street” diye bir grupları vardı. O arkadaşlar, ben ve benim gibi sokak fotoğrafı çeken birkaç kişiyle o kahvede tanıştık. Sonra buluşup birlikte fotoğraflar çektik, sokakları dolaştık. Bu arada bolca sohbet etme ve tartışma fırsatımız oldu. Grup kurma fikri de bu fotoğraf gezilerimizde oluştu diyebilirim.

© Alper Hasan Eryiğit

“Candit” sözcüğünün anlamı nedir?

İngilizce bir sözcük ve esasen fotoğrafta anı, heyecanı, saflığı ifade eden ve kusurları gizlemeyen, kurgusuzluğu yani doğallığı anlatan bir terim.

Muhtemelen grubun bir manifestosu vardır.

Evet, grubun bir manifestosu var, tam on maddeden oluşan. İsteyenler internet sayfamızdan okuyabilir. (https://istanbulcandidstreetphotograpy.com) Öncelikle grubun adından da geldiği gibi fotoğraflarımızda kesinlikle kurgu yok. Kurgusuz, sokakta, o anı yakalayıp içindeki dinamizmi, içindeki yoğunluğu insanlara aktarmak. Manifestomuzun birinci maddesi, fotoğrafı özgür bir şekilde insanlara sunabilmek.

Grubunuz farklı kategorilerde çalışan ve farklı düşünen 8 fotoğrafçıdan oluşuyor. Bu farklılığın avantaj ve dezavantajları nelerdir?

Bunu avantaj ve dezavantaj olarak değerlendirmek doğru olmaz. Çünkü bu farklılık bizi, birbirimizi geliştiren bir şey. Bunun aynı zamanda kendi içindeki sorgulamalarıyla bizi değişik fotografik düşüncelere yönlendiren bir geri dönüşü oluyor. Aramızda “juxtaposition” dediğimiz yani zıtlıkları ve/ya benzerlikleri yakınlaştırma, yan yana getirme diyeceğimiz bir tarzda çalışan Gökhan Arer arkadaşımız var. Ufuk Akarı ve Alper Hasan Eryiğit de yine bu tarzda çalışmalar yürütüyor. Bunun dışında daha çok portre fotoğrafları çeken Murat Harmanlıklı var. Ben hem portre fotoğrafları çekiyor hem de belgesel gözle fotoğraflıyorum sokağı. Daha çok sanatsal sokak fotoğrafları çeken Alphan Yılmazmaden, kavramsal fotoğraflar çeken Önder Sertçelik ve yine tematik ve kavramsal fotoğraflar çeken Emir Sevim var. Bunlar bizi tamamlayan, zenginleştiren ögeler. Gerçi herhangi bir sunumda aramızda bir dengenin olması gerekir elbette, ama bizim prensibimizde konu özgürlüğü hep var. Fotoğraf sayısına da sınır getirmemeye çalışıyoruz. Bugüne kadar yaptığımız bu üçüncü sergimiz ki bu prensipleri her zaman uyguladık. İstanbul Müze Gazhane ve Trabzon’da Fotoğrafevi’nde açtığımız sergide de aynı özgürlüğümüz vardı. Hatta burada, Berlin’de açtığımız bu sergide de aynı prensibi uyguladık.

© Alphan Yılmazmaden

Aynı zamanda özneniz olan sokak fotoğrafları çekiyorsunuz. Peki, sokak fotoğrafını nasıl tanımlıyorsunuz, nedir sokak fotoğrafı?

Sokak fotoğrafı, fotoğraf dünyasında pek kabul görmese de fotoğrafın en zor kategorilerinden biridir. Şöyle ki, sokak fotoğrafı ikiye ayrılıyor: Birincisi insanlı sokak fotoğrafı, ikincisi nesnel sokak fotoğrafı. İnsanlı sokak fotoğrafı portreden tutun da kurgu fotoğraflara kadar geniş bir yelpaze çiziyor, ama biz buna sokak fotoğrafı demiyoruz. Moda ya da daha çok sokaktaki portre diyoruz. Bizim tanımladığımız sokak fotoğrafı yalnız ve yalnız anı, estetik bir yapı ve duyguyla diğer insanlara aktarabilmektir. Biz buna sokak fotoğrafı diyoruz. Yani sokakta giderken güzel bir insan görüp ‘ben sokak fotoğrafçısıyım, sizin fotoğrafınızı çekebilir miyim?’ diyenler benim için sokak fotoğrafçısı değildir. Biz beklenmedik anları yakalamaya çalışan, o yönde de gözümüzü ve kalbimizi yönlendiren insanlarız.

Çoğunlukla sokaklarda çalışıyor, hızlı, sponten ve şipşak an fotoğrafları çekiyorsunuz. Bunlar çoğu zaman kadrajda insan ve insanların yer aldığı fotoğraflar oluyor. Kişilik hakları ve telifle ilgili herhangi bir sorun yaşıyor musunuz?

Şöyle ki bunun cevabı çok basit ve net. Fotoğrafını çektiğimiz insan şayet fotoğrafının çekildiğini anlıyor ve itirazda bulunuyorsa, biz kesinlikle karşı çıkmadan, orada çektiğimiz fotoğrafları siliyoruz. Ama itiraz etmiyor, küçücük bir tebessümle, bir bakışla onay veriyorsa biz bunu teyit sayıyor ve o teyidi de aldıktan sonra bizim için fotoğraf çekilmiş, bitmiş oluyor.

© Gökhan Arer

Sergideki fotoğraflara bakınca, Berlin’de, içinde insanların yer aldığı böylesi fotoğraflar çekmek ve sergilemek hayli zor gibi görünüyor. Bunu kişilik hakları ve telif gibi hususları kastederek söylüyorum.

Berlin’de kişinin fotoğrafının telif hakkı diye bir şey yok. Kişilik hakları ve izin meselesi var. Yani şu anda gelip bize bu insanların fotoğrafını çektiniz, bunlardan izin aldınız mı deseler, evet, biz bu insanlardan yazılı şekilde bir izin almadık. Ama biz insanlardan bir bakış, tebessüm ve sözle izin aldık. Mesela, benim fotoğrafımda, (kamera boynundayken çektiği serginin giriş fotoğrafını kastediyor) arkadaş, fotoğrafının çekildiğini fark etti ve bana ne çektin diye sordu. Çok iyi bir kompozisyon yakaladım, renkler müthiş ve sizin bakışınız çok iyiydi. İsterseniz basıp size getireyim dedim. Yok, hocam, emeğine sağlık, teşekkürler dedi ve gitti. Bu kadar basit!

Öte yandan bütün Avrupalı fotoğrafçıların sıkılmadan, çekinmeden, rahatlıkla çalışma yaptığı birçok yer var. Bunların başında İstanbul, Tokyo, Londra, New York, Paris, Yeni Delhi ve Kalküta gibi yerler geliyor. Bu Avrupalı fotoğrafçılar bu şehirlere gider, makineyi insanların burnuna kadar sokup insanları tacize varacak şekilde fotoğraf çekerler. Sonra hiçbir şey olmamış gibi ülkelerine döner, kitaplarını basar, sergilerini açarlar. Bizde ise durum başka. Biz insanımızı tanıyoruz. Ne zaman rahatsız olup olmayacağını çok iyi biliyoruz. Biz insanlara güler yüzle, tebessümle ve onları rahatsız etmeden yaklaşıyoruz. Ama bir itiraz olduğunda da çektiğimiz fotoğrafları o anda siliyoruz.

© Emir Sevim

Sergiye dönersek, fotoğraflarınız nasıl bir serüvenle Berlin’e ulaştı?

Şöyle, bu yaklaşık bir buçuk yıl öncesine uzanıyor. Bir buçuk yıl önce 15 sergi salonu ve galeriye hazırlamış olduğumuz sunumlarla başvuruda bulunduk. Bunların yedi tanesinden bir geri dönüşüm oldu. Beşi reddetti ve üç tanesinden ise kabul gördük. Ben bizzat bu üç galeri ile görüşmelerde bulundum ve lokasyon, mekânın büyüklüğü ve daha tanınır olmasından ötürü Friedrichshain Galeri’yi seçtik. Dahası burası kırk yıllık bir galeri ve yalnızca fotoğraf sergilerine yer veriyor.

Daha sonra her birimizin içinde altmış fotoğrafının olduğu bir dosyayı galerinin küratörü Felix Hawran’a gönderdik. Tabii bunlar benim aracılığımla gerçekleşti ve Hawran’ın dışında ayrıca üç küratörün seçimiyle fotoğraflar sergiye hazırlandı. Seçilen fotoğrafların baskısı hayli maliyetli olduğu için satın aldığımız bir baskı makinesi ile baskıları kendimiz yaptık. Daha doğrusu fotoğraflar atölyemde basıldı ve tüm baskılar benim elimden çıktı. Ayrıca bu fotoğrafların baskısında 300 yıl ömrü olan özel arşivlik bir kağıt (310 g/m² Baryta) kullandık.

Serginizin bir teması var mı, İstanbul diyebilir miyiz?

Serginin ana teması İstanbul ve İstanbul’da hayat.

İstanbul tarihsel ve kültürel mirasıyla çok katmanlı bir şehir. Haliyle şipşak, hızlı ve sponten an fotoğraflar çekmek, öznenin gerçekliği ile yeterince örtüşmeyen fotoğrafların ortaya çıkmasına neden olmaz mı? Ki nam-ı diğer Reza‘nın (Reza Deghati) Nationel Geographic dergisine hazırladığı Türkiye ropörtajı için, Galata Köprüsü’nde bir kare fotoğraf için 15 gün beklediği anlatılır.

© Murat Harmanlıklı

Yurt dışından gelen bir insan 15 gün değil bir ay da bekleyebilir. Bizim kenti çok yönlü tanımak gibi bir avantajımız var. Mesela biz İstanbul Kadıköy sahilinde sabahın erken saatlerinde oluşan sisin fotoğraflarını çektik. Bir yabancının buna tesadüf etmesi çok zor. İşte bu sebeplerle bir yabancı uzun süre, hatta günlerce bekleyebilir. Dahası öte yandan biz “kutsal topraklar” dediğimiz Karaköy, Eminönü, Sirkeci ve Ayvansaray arasında kalan bölgeyi avucumuzun içi gibi biliyoruz, tanıyoruz. Hangi gün, hangi saatte ışık nereden, bulut nereden, rüzgâr nereden gelir, hepsini biliyoruz. Dahası insanlarımızı tanıyoruz. Hangi saatte hangi simitçi sokağa çıkar, hangi balıkçı denize açılır, hangi tatlıcı sokaklarda dolaşır, hangi belediye zabıtası kontrole gider, onları da biliyoruz. Keza tarihini ve kültürünü biliyoruz ki bu yüzden işimiz biraz kolaylaşıyor. Ve arkadaşlarımızın hepsi uzun yıllardır fotoğraf çekiyor, yani bunlar bir günde çekilmiş fotoğraflar değil. biz özellikle fotoğrafların altına yer ve tarih belirtik ki bu çalışma 2012 yılından bu yıla uzanıyor.

Sokak fotoğrafı çekerken ilginç yahut şaşırtıcı bir anın peşinde misiniz yoksa bir anlatımın ve öykünün mü?

Sorunun içinde cevabı da var aslında. Şöyle ki sokağa çıkan her arkadaş, kendi kategorisine göre zaten kafasında bir konsept hazırlar. Yani amiyane deyimle sokağa çıkıp öyle gelişine vole olmaz. Önce bir hazırlığınız olur. Nerede, ne zaman dolaşacağınız, hangi ışıkta neyi çekeceğiniz, hangi gölge, hangi yapı ile çalışacağınızı önceden kafanızda belirlersiniz. Sonrasında iki tür vardır: Beklemek üzere anı yakalamak, diğeri ise akışta anı yakalamak. Bizim bu sergimizde bulunan arkadaşların hepsi akış anında fotoğraf çekmeyi seven ve benimseyen insanlar. Bu yüzden yanıtım akış anında ama yine de önceden beynimizde, yüreğimizde hazırlıklarını yaptığımız karelerin peşinde dolaşıyoruz.

© Önder Sertçelik

Bir kuşun ya da bir topun, bir insanın yüzünü kapatması ilginç bir an yahut tesadüf nezdinde sokak fotoğrafına daha uygun, ama örneğin Doğu ve Batı üzerine bir sentezi aralayan fotoğrafınsa bu kategoriye pek uygun olmadığı görünüyor.

Bizim ana objemiz, evet İstanbul. İstanbul’un çirkinliklerinden güzelliklerine dek her şeyi anlatmaya çalışıyoruz. Bizim öyle Doğu ve Batı sentezi gibi beklentimiz yok. Biz, en başından söylediğim gibi o anı ve o anın içindeki muziplikleri, o anın içindeki güzellikleri, çirkinlikleri ve o anın üzerinden hayatın birebir karşısında olma durumunu anlatıyoruz.

Fotoğrafın kör bir imge olduğunu, ancak bakanın ona anlam atfettiğini ileri süren görüşler var. Ben onu kısmen değiştirerek şöyle sorayım:  Sizce bazı fotoğraflar kör imgelerden mi oluşur?

Belki istisnai fotoğraflar için geçerli olabilir ama fotoğrafın kör bir imge olduğu görüşüne katılmıyorum. Dahası fotoğrafın o kadar çok alt kategorisi var ki, her alt kategoride bambaşka anlatım ve ifade söz konusu.

Son sorum, sergide fotoğrafları olmasına karşın vize alamayan arkadaşlara ithafen olsun. Bu tuhaflığa dair ne söylemek istersiniz?

En kısa haliyle bu olayı ben Avrupa Birliği’nin bir ayıbı olarak görüyorum. Bırakın vizeyi arkadaşlarımıza başvuru ve mülakat randevusu dahi verilmedi. Bu bizim ülkemize, konumunuz ve konunuz ne olursa olsun gelmeyin demenin bir başka yolu diye düşünüyorum.

Son olarak ne eklemek istersiniz?

Bu sergiyle Türk fotoğrafına, Türk fotoğrafını yönlendirmek gibi bir duygu ve amacımız yoktu. Amacımız yalnızca ve yalnızca Türk fotoğrafını yurt dışında tanıtmak. Ben Avrupa’da açılan sergileri geziyor, ünlü birçok fotoğraf festivaline katılıyor ve yarışmaları izliyorum. Ne yazık ki son bir-iki yılın dışında yurt dışında işleri galerilerde sergilenen, festivallere kabul edilen Türk fotoğrafçıları yahut bir kolektifin çalışmalarını göremedim. Benim kişisel amacım böyle bir sergiyle Türk fotoğrafını yurt dışına taşıyabilmek ve ülkemizde, özellikle İstanbul’da hayli gelişmiş olan sokak fotoğrafını insanlara aktarabilmekti. Bu amaçla yola çıktım ve arkadaşlarımın da büyük desteği ve özverili çalışmasıyla bunu gerçekleştirdiğimi söyleyebilirim.

© Ufuk Akarı

Teşekkürler…

Böyle bir fırsat için ben de size teşekkür ederim.

Söyleşi ve Fotoğraflar: Engin Kaban
01.11.2025 – Berlin

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*