UĞUR MUMCU GAZETECİLİĞİ NEDİR? CAN TÜRE SORDU ALTAN ÖYMEN YANITLADI

“Mobilya Dosyası’nın Sonuçları, Türkiye’de İşlenen Benzeri Suçların Cezasız Kalmayacağının Göstergesi Oldu”

Kaynak: Can Türe – https://turk-internet.com

Türk basın tarihinin araştırmacı gazetecilik alanındaki ilk örneği olan Mobilya Dosyası’nın yayınlanmasının üzerinden 46 yıl geçti. 1975 yılında, dönemin başbakanı Süleyman Demirel’in yeğeni Yahya Kemal Demirel’in ihracat teşviklerinden yararlanabilmek için yaptığı hayali ihracatın peşine düşen Altan Öymen ve Uğur Mumcu, yüzlerce belgeye dayanan ve 3 ülkeye uzanan uluslararası bir araştırmaya imza attı. Mobilya araştırması, Demirel’in yurt dışına göndermek üzere piyasadan yüksek miktarda sunta topladığının duyulmasıyla başladı, yüzlerce belge incelendi, onlarca kişiyle görüşüldü. Altan Öymen İsviçre’den Lichtenstein’a kadar birçok ülkeyi dolaşarak yolsuzluğun yurt dışı bağlantılarını araştırırken, Uğur Mumcu da süreci Cumhuriyet’teki yazılarıyla destekledi. Öymen’in o dönem başında olduğu ANKA Ajansı çatısı altında yürütülen çalışma, devletin uğratıldığı büyük zararı ortaya çıkarmakla kalmadı, Türk basın emekçilerine de mesleklerinde ışık tutacak bir örnek bıraktı. Kitabın yayımlanmasından sonra mecliste, halk arasında “Mobilya Komisyonu” olarak bilinen meclis araştırma komisyonu kuruldu. Her ne kadar çalışamaz duruma getirilip komisyonun kesin sonuçlara varması engellenmişse de, Altan Öymen ve Uğur Mumcu, haklarında açılan davaların hepsinden beraat ederek iddialarının doğruluğunu dolaylı olarak kanıtlamış oldular.

Mobilya Dosyası, Türk basın tarihinde türünün ilk ve nadir örneklerinden biri olmasının yanı sıra, şeffaf ve temiz bir siyaset kurumunun sağlanmasında basının rolünü göstermesi açısından da büyük önem taşıyor. Kitabın yazarlarından duayen gazeteci Altan Öymen ilerleyen yıllarda siyasete de girerek, basın-siyaset ilişkisini her iki açıdan da deneyimledi. 70 yıllık gazetecilik hayatının yanında CHP’de yıllarca siyaset yaptı ve 1999 yılında CHP Genel Başkanlığı’na seçilerek bugüne kadar Atatürk’ün koltuğuna oturan yedi kişiden biri oldu. Öymen ile çalışma arkadaşı Uğur Mumcu’nun ölüm yıl dönümünde, Mobilya Dosyası’nı, ANKA yıllarını ve Uğur Mumcu gazeteciliğini konuştuk. Bu vesileyle usta gazeteci Uğur Mumcu’yu ölümünün 28. yıldönümünde özlemle anıyoruz.

Mobilya Dosyası ANKA Yayınları’ndan 1975’te çıkan ilk baskısı
Mobilya Dosyası ANKA Yayınları’ndan 1975’te çıkan ilk baskısı

Mobilya dosyası araştırmacı gazeteciliğin Türkiye’deki ilk örneklerinden kabul ediliyor. Belki de ilk örneği. Daha önceki dönemde benzer nitelikte çalışmalar var mıydı?

Benim gazeteciliğe başladığım yıl 1950. Daha önceki dönemler için konuşamam. Ama 1950’den sonrası için şunu söyleyebilirim: O çalışma, 1950’den 1970’lere kadar yapılan benzeri çalışmaların en etkili olanıydı galiba. Çünkü, başta Cumhuriyet gazetesi olmak üzere, bizim ajansımız ANKA’nın yayınları da dahil olmak üzere, “basın yoluyla” bir “dizi film” gibi izlendi. Kamuoyundaki yankıları çok yoğun oldu.

Mobilya Dosyası fikrinin ortaya çıkış aşamasını anlatabilir misiniz? Araştırma nasıl ortaya çıktı ve nasıl gelişip Türkiye’nin o dönemdeki bir numaralı gündem maddesi haline geldi?

ANKA’nın Ankara’da Çankaya’daki merkez bürosunda çalışıyorduk. Olayı araştırmaya başladığımız sırada nereye kadar varacağımızı biz de bilmiyorduk. Ama o konudaki gazetecilik çalışmalarının her aşamasında, yaşadıklarımızı da anlatıyorduk. Hem ajansımızın bültenlerindeki haberlerimizde hem de Uğur Mumcu ile benim Cumhuriyet’teki günlük köşe yazılarımızda…

O dönemde sizin ANKA’daki göreviniz neydi?

Ben, ANKA’nın kurucusuydum. İmtiyaz sahibi ve yönetmeniydim. Aynı zamanda Cumhuriyet gazetesinde günlük köşe yazıları yazıyordum.

Araştırma ekibinde siz ve Uğur Mumcu dışında kimler vardı?

ANKA’daki diğer arkadaşlarımız arasında, gazete yazarlığı da yapan Teoman Erel vardı, Erdal Çetin vardı. Onların da en çok ele aldığı konu, doğal olarak o konuydu. Zaten ajansta, o sırada birlikte çalıştığımız arkadaşlarımızın hepsi o çalışmada görevler üstlendiler. Tek tek saymak bu söyleşinin sınırlarına sığmayabilir. Ama iyi ki sordunuz. Benim ajanstaki görevi sürdürdüğüm yıllarda –1971-1977 arasında– çalışan değerli arkadaşlarımı bu vesileyle anmak isterim. Ajansa katılım zamanlarına göre ilk kadrolarımız 10-15 kişiydi. Gül Önet, Örsan Öymen, Sevgi Soysal, Teoman Erel, Erdal Çetin, Adem Yavuz, Uğur Mumcu, Hikmet Bila, Murat Demiray, Raşit Gürdilek, Müşerref Hekimoğlu ajansın kuruluş dönemindeki arkadaşlarımızdı. Aradan geçen zaman içinde rahmetli oldular.

Hepsi çok değerli gazetecilerdi. Adem Yavuz, ilk kaybettiğimiz arkadaşımızdı. 1974’teki Kıbrıs Savaşı sırasında savaş muhabirliği yaparken meslek şehidimiz oldu. Uğur Mumcu’nun aramızdan ayrılması da öyledir. 1993’teki o menfur cinayetin sonucudur. Adlarını saydığım arkadaşlarım da gazetecilikte, yazarlıkta, televizyonculukta, basın hayatımıza çok değerli katkılarda bulunduktan sonra rahmetli oldular.

Zekeriya Sertel’in ANKA ziyareti sırasında. 1970’li yıllar. Soldan sağa, Mehmet Açıktan, Murat Demiray, Uğur Mumcu, Süleyman Coşkun, Altan Öymen, Aziz Nesin, Ahmet Tan, Zekai Durmuş, İsmet Solak, Teoman Erel, Koray Düzgören ve önde oturan Zekeriya Sertel
Zekeriya Sertel’in ANKA ziyareti sırasında. 1970’li yıllar. Soldan sağa, Mehmet Açıktan, Murat Demiray, Uğur Mumcu, Süleyman Coşkun, Altan Öymen, Aziz Nesin, Ahmet Tan, Zekai Durmuş, İsmet Solak, Teoman Erel, Koray Düzgören ve önde oturan Zekeriya Sertel

İlk kadrolarımızdaki gazetecilerden bir kısmı mesleklerine ANKA’da devam ettiler. Bazıları başka kuruluşlara geçtiler. Onlara da selamlar, sevgiler sunarım. Ahmet Kahraman, Ahmet Tan, Ali Polat, Alp Orçun, Ayşegül Dora, Eşref Erdem, Füsun Özbilgen, Hasan Cemal, Hayri Birler, İlham Kırklar, İsmet Solak, Mehmet Açıktan, Murat Kılıçarı, Mustafa İstemi, Nazif Ekzen, Nuri Çolakoğlu, Nursel Gürdilek, Ragıp Ertan, Süleyman Coşkun, Şenol İz, Tandoğan Uysal, Uluç Gürkan, Ülker Akgöl, Ülker Okman, Vecdi Seviğ, Yalçın Küçük, Yaşar Gören, Yazgülü Aldoğan, Yüksel Uysal, Zafer Akgöl, Zekai Durmuş… Bir topluluktaki isimleri –eski deyimle– “tadat” etmek, yani hepsini tek tek saymak kolay değil, hele birlikte çalışmaya başlamamızın sıralamasını yapmak daha da zor. O yüzden sizden rica edeyim, söyleşiyi yayınlarken alfabetik sıra uygulanırsa iyi olur. Gene de herhangi bir yanlışlık olursa sorumlusu benim. Özürlerimin kabulünü dilerim. Ama listenin bu haliyle de şu belli: Aralarında gazete yöneticiliğinden televizyon kuruculuğuna, köşe yazarlığından öğretim üyeliğine, devlette, siyasette, özel sektörde genel müdürlükten, Meclis başkanvekilliğine, hükümet üyeliğine kadar çeşitli görevlerde bulunan gazeteci arkadaşlarım var. Mobilya Dosyası sürecinde, –tabii, o süreçte ANKA kadrosunda olanların– hepsi, ortak çalışmalarımızın sonuca ulaşması için ellerinden geleni yapmışlardı.

Kitap yayınlandıktan sonra “mobilya komisyonu” olarak bilinen Meclis Soruşturma Komisyonu kuruluyor. Bu komisyonun faaliyeti nasıl sonuçlandı?

Meclis’teki Soruşturma Komisyonu, görevini tamamlayamadı. Koalisyonlar tarafından engellendi. Meclis kararı kadük oldu. Ama bizim bu araştırma sırasındaki düşüncemizin isabetli olduğu, hakkımızda açılan davalar sonucunda doğrulandı. Davaların hepsi reddedildi. Yahya Demirel ise, kendisi hakkında açılan ceza davası sonucunda suçlu bulundu. Mahkûm oldu. Kısacası, o süreçte ortaya çıkan sonuçlar, Türkiye’de işlenen benzeri suçların cezasız kalmayacağının göstergesi oldu. Gerçi, ekonomik hayatımızda çeşitli yolsuzluk örnekleri daha sonraki zamanlarda eksik olmadı. Ama ihracatımızda hayali ihracat tipinde suçlar işlendiğine dair başka bir olay, en azından uzun bir süre için, bir daha ortaya çıkmadı.

Kitap aynı zamanda “hayali ihracat” tabirini de literatüre kazandıran çalışma olarak anılıyor. Nasıl çıktı bu deyim ortaya?

“Hayali” sözcüğü, gerçekte var olmayan bir işin, bir olayın varmış gibi, gerçekleşmiş gibi gösterildiği haller için kullanılıyor. “Mobilya olayı” da tam öyle bir olay… Var olmayan, gerçekleşmemiş olan bir senaryo, gerçekmiş gibi, varmış gibi gösterilmiş. “Hayali” deyimi, o olaya tıpatıp uyuyor yani. Deyimi ilk kim kullandı. Tam hatırlamıyorum. Ama çok isabetli bir tanımlama olduğu belli.

Demirel iktidarı siz ve Uğur Mumcu hakkında dava açtı. Zaten kitap da bu davanın dosyası olarak ortaya çıktı sanırım. Dava nasıl sonuçlandı?

Araştırmanın ilk aşamalarından sonra, o zamanki iktidarın bize hücumları başladı. Tekzipler yazıldı, davalar açıldı. Onunla da kalınmadı. ANKA Ajansı’nın bürosuna hesap uzmanları gönderildi. “Belki hesaplarında bir suç unsuru bulabiliriz” diye… Bütün o gelişmeleri de gene ajanstaki gazetelerdeki haberlerimizle, yorumlarımızla, kamuoyuna yansıttık.

Yahya Demirel ve avukatları, sizin hakkınızda açtıkları davaları kaybetti. Sonrasında size karşı tutumu ne oldu?

O dönemde yelpazenin “sağındaki” üç iktidar partisi arasında, bir dayanışma vardı. Başbakan Süleyman Demirel, hükümete de Meclis çoğunluğuna da tamamen hâkimdi. Ama bu durum, araştırmamız açısından, Yahya Demirel için bir avantaj oluşturmuyordu. İktidardaki AP’li bazı siyasetçilerin yayınlarımıza karşı “tekzipleri”, “tehditleri”, “teftişleri” de bizim için bir “dezavantaj” değildi. Zamanın koşullarına göre, bize doğrudan doğruya müdahale edebilecek bir hükümet gücü yoktu. Gördüğünüzü, bildiğinizi yazmaya, görüşlerinizi anlatmaya devam edebiliyordunuz. Çünkü, ne ANKA’nın bürosuna gönderilen hesap uzmanının bize haksızlık yapacağından şüphe etmemiz için bir neden vardı ne de hakkımızda açılan davalara bakacak hakimlerin davacılardan yana davranmasından kaygı duymamızı gerektirecek bir durum vardı.

Zamanın Ankara’sında, 12 Mart askeri dönemi, 1971’den 1973 seçimine kadar sürmüştü. Ama 1973 Ekim’indeki genel seçimle sona ermişti. Ecevit’in başkanlığındaki CHP-MSP hükümeti zamanında çıkarılan yasalarla, demokrasi yeniden yerli yerine oturtulmuştu.

1974’teki hükümet değişikliğinden sonra kurulan üç partili Demirel hükümeti sırasında da, başka sorunlar vardı, ama demokrasinin, “hukukun üstünlüğü” ve “mahkeme bağımsızlığı” gibi temel ilkeleri, varlığını sürdürüyordu. Ve biz Türkiye’deki basın mensupları, 18’inci yüzyılın Prusya’sından kalan o ünlü “Berlin’de hâkimler var” sözüne özenerek “Ankara’da hâkimler var” diye düşünmeye devam edebiliyorduk.

Uğur Mumcu, ANKA Ajansı’ndaki masasında
Uğur Mumcu, ANKA Ajansı’ndaki masasında

Uğur Mumcu’nun şu meşhur “Yolsuzluk Masası” fotoğrafının öyküsünü anlatabilir misiniz? Nasıl çıktı ortaya?

Burada, rahmetli Uğur Mumcu’nun ajanstaki masasıyla ilgili bir anımızı anlatayım. Uğur Mumcu’nun ajansa katılışı, tabii, bizim arkadaşlarımızı çok memnun etmişti. Mumcu, yazar ve konuşma gücünün yanında, mizahı da çok güçlü bir gözlemciydi. O yeteneğini sohbetlerinde de kullanırdı. ANKA kadrosundaki arkadaşlarına da zaman zaman takılırdı. Tabii, bana da…

Ajans kadrosu zaman içinde genişliyordu. Çoğumuzun birlikte çalıştığı büyük salondaki masalara mevcut sandalye sayısı yetmemeye başlamıştı. Yeni sandalye tedarik edilinceye kadarki durumun idaresi için, o sırada “Ortanın Solu” adına Ecevit’in kullandığı bir slogan vardı. Doğadaki olanakların adaletli kullanılması için oluşturulmuştu: “Toprak işleyenin, su kullananın” sloganı. Uğur Mumcu, o sloganı bizim durumumuza uygulayarak: “Masa yazanın, sandalye kullananın” haline getirmişti. Bundan çıkan anlam: “Erken gelen oturur ve yazmaya başlar” idi.

Tabii, bunun sakıncası da, işe biraz geç gelenin ya ayakta kalması ya da mutfaktaki bank biçimindeki bir oturma yerine gidip oturmasıydı. Bu durumu düzeltmenin kesin çaresi bir mobilyacıya gidip sandalye ve masa eksikliğini giderecek bir “satın alma” işlemi yapılmasıydı. O işlem de yapılmıştı. Ama ANKA’nın iç dekorasyon işleriyle ilgili karar mercii, kadın arkadaşlarımızdı. Onlar, masaların, sandalyelerin birbiriyle uyumlu olmasını da istiyorlardı. O da başımıza bir imalat işi çıkarmıştı. Ismarlanan eşyanın teslim edilmesi gecikmişti. Kısacası, büromuzun o sıradaki öncelikli işi “mobilya yolsuzluğu” iken, başımızda bir de masa ve sandalye işi vardı!

O sırada, kimin aklına gelip uyguladığını hatırlamıyorum, ama bir sabah geldiğimde masaların üstünde, üzerleri yazılı karton levhalar gördüm. Noterlerde veya vergi dairelerinde, masalara, iş bölümünü göstermek için, bazısı madeni, bazısı tahtadan veya mukavvadan yapılmış bir zemine yazılan yazılar vardır: “Müracaat”, “Vekaletname”, “Tahsilat” gibi, o masada ne iş yapıldığını belirtirler. Bizimkiler, o işi, levha haline getirdikleri kartonlar üzerinde yapmışlardı. Birinde “ekonomi masası”, ötekinde “dış haberler” diye yazıyordu. Uğur Mumcu’nun masasının üzerinde ise “Hukuk Masası” vardı. Böylece, hem o masada ne iş yapıldığı biliniyor, hem de boş sandalyeye oturma merakına karşı, “buranın sahibi var” uyarısı yapılmış oluyordu. “Sahipler” de belliydi: “Dış haberler”in şefi Nuri Çolakoğlu, “Ekonomi”ninki Uluç Gürkan… “Hukuk masası” da Uğur Mumcu’nun masasıydı.

Bundan kimsenin şikâyeti olmadı. Üzerine espriler yapıldı. O günün gündeminin konusu gene “Mobilya yolsuzluğu” konusuydu. O konu, tabii, bir hukuk konusu. Yani Uğur Mumcu’nun görev alanına giriyor. Ama artık o masa, o sırada “mobilyayla” ilgili öyle bir seferberlik haline girmiş ki, hukukun öteki konularına ayıracak zaman bulması çok güç. Acaba adını başka bir şey mi koysak? O günü, bu ve benzeri önerilerle geçiştirdik. Ertesi gün ben büroya gene erken gittiğimde şunu gördüm: Uğur Mumcu’nun masasının üzerindeki levha değişmişti. Aşağı yukarı aynı büyüklükteki bir başka kartonun üzerine “Hukuk masası” yerine “Yolsuzluk masası” yazılmıştı.

Bununla, tabii, hepimizin, o sıradaki “Mobilya Dosyası” konusuna ve o örnek yoluyla tüm yolsuzluk olaylarına karşı ne ölçüde duyarlılık gösterdiğimizle, hafiften dalga geçiliyordu. Yani, “hukuk” denilince hepimizin aklına ilk gelen işin, “mobilya” konusu olduğu ima ediliyordu. Bu levha değişikliğini kim yapmıştı, bu kimin aklına gelmişti, bilmiyordum. Bugün de bilmiyorum ama espri güzeldi. Uğur Mumcu da beğendi ve o masa yazısı öyle kaldı. “Mobilyayla” ilgili olarak açılan davalar ve soruşturmalar sırasında da, daha sonra da…

O masanın levhalı fotoğrafları da, o günlerin bir hatırası olarak kaldı. Ve zaman içinde o masa, “mobilya olayından” başka yolsuzluk iddialarını işitip soruşturma konusu yapılmasını isteyenlerin büyük bir kısmı için de “ilk haberi duyurma” yeri haline geldi. Öyle ki, yolsuzluk olaylarından şikâyetçi olanlar kendi aralarında konuşurlarken, Mumcu ve arkadaşları için “Bu konuya onlar el atmalı ki, olay aydınlatılabilsin” temennisini dile getirmeye başladılar.

Altan Öymen ve Uğur Mumcu, ANKA Ajansı, 1975
Altan Öymen ve Uğur Mumcu, ANKA Ajansı, 1975

“Bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olunmaz” diyen Uğur Mumcu bilgiyi nasıl üretiyordu? Mesela araştırmalarını nasıl yapardı, nasıl üretirdi, nasıl yazardı?

“Mobilya Dosyası” kitabını, 1975 Ekim’inde, o sıralarda başladığımız ANKA Yayınları’nın üçüncü kitabı olarak yayınlamıştık. O kitap, hakkımızda açılan davalara bakan mahkemelerin yargıçlarına hitap eden bir kitaptı. Davalardaki iddialara cevabımızı içeriyordu. Avukatlarımız, davacıların iddialarına karşı mahkemeye “cevap dilekçesi” olarak o kitabı sunmuşlardı. İlk baskısında belgeleriyle birlikte 360 sayfalı olan kitap, ANKA Yayınları yöneticisi olan İsmet Solak’ın editörlüğüyle hazırlanmıştı. Uğur Mumcu’nun vefatından sonra um:ag Yayınları arasında dördüncü baskısı çıkmıştı… O baskının önsözünü ben yazmıştım. Bu sorunuza en isabetli yanıt o önsözde yazdıklarımın son bölümü olabilir. O bölümü okurlarımıza sunmak isterim. Şöyleydi:

“Sevgili rahmetli arkadaşım Uğur Mumcu, bu çalışmanın merkezindeydi. En ufak ayrıntıyı bile gözden kaçırmayan dikkati ve güçlü araştırma–soruşturma mantığıyla, bulduğumuz yüzlerce belge ve bulguyu inceliyor, aralarındaki bağlantıları saptıyor ve önümüze çıkan soruların cevabını bulup, inkâr edilen gerçekleri ortaya çıkarıyordu. Sonra da bunları, Cumhuriyet’teki sütununda yazıyordu. O su gibi okunan, hem sağlam bir mantıkla örülmüş, hem de usta bir mizah yeteneğiyle donatılmış yazılarında…

Bu, hepimiz gibi Uğur Mumcu’nun da bu çaptaki ilk “araştırmacı gazetecilik” çalışmasıydı. Gazetecilik tarihimizde önemli bir yeri oldu. Fakat Uğur Mumcu, daha sonraki yaşamında bunun –gerek yolsuzluk, uğursuzluk araştırması, gerek tarih araştırması olarak– daha pek çok örneğini –hem de tek başına– verdi ki, her biri, ülkemizdeki araştırmacı gazetecilik alanının birer şaheseridir.

Silah Kaçakçılığı ve Terör… Ağca Dosyası… Papa-Mafya-Ağca… Rabıta… 40’ların Cadı Kazanı… Kazım Karabekir Anlatıyor… Kürt-İslam Ayaklanması… Gazi Paşa’ya Suikast… İnkılap Mektupları… Bunlar, o konuda kitapları, yazıları arasında hemen akla gelenlerden sadece birkaçının başlıklarıdır.

Evet, Uğur Mumcu tüm o araştırma çalışmalarını tek başına yaptı. Yardımcıları, evinin büyük bir bölümünü dolduran belge dosyaları, kitapları, telefonu ve –özellikle son yıllarda yoğun bir şekilde kullandığı– bilgisayarıydı. Bunlara dayanarak ve zamanını çok iyi kullanarak, verdiği eserlere yenilerini katma yolundaydı.”

Bugün 88 yaşında olan Altan Öymen, 70 yıllık gazetecilik deneyimini kitapları ve yazılarıyla yeni kuşaklara aktarıyor.
Bugün 88 yaşında olan Altan Öymen, 70 yıllık gazetecilik deneyimini kitapları ve yazılarıyla yeni kuşaklara aktarıyor.

Bıraktığı miras günümüz gazeteciliği için ne ifade ediyor?

Çok önemli bir örnek oluşturuyor. Benzerlerinin uygulanması, bugünkü koşullar altında çok güçleşti. Ama o güçlüklerin uzun süre devam etmesi mümkün değil. O güçlüklerin de ortadan kalkacağı ve her türlü yolsuzluk ve uğursuzluğun yazılıp soruşturulabileceği günler, elbette yeniden gelecek. O günlere hazır olmalı gazeteciliğimiz.

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Burada ayrıca “Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı” um:ag’ı kutlamak isterim. Vakıf, Uğur Mumcu’nun değerli eşi Güldal Mumcu ve sevgili çocukları Özgür Mumcu ve Özge Mumcu Aybars’ın 28 yıldır sürdürdükleri etkinliklerle, bir yandan Mumcu’nun kitaplarını yeni baskılarıyla toplumumuza yeniden kazandırmıştır, bir yandan da gazete yazılarının önemli bir kısmını kitaplaştırmıştır. Ayrıca, başta, yakın tarihimizdeki diğer siyasal cinayetleri, bilinen-bilinmeyen yanlarıyla hatırlatan değerli yazarların kitaplarını yayınlamıştır. Yakın tarihimizin araştırılmasına önemli katkılarda bulunmuştur. Araştırmacı gazetecilik alanındaki gelişmelere de konferanslar, seminerler, yarışmalar ve diğer etkinliklerle destek olmuştur. Mumcu ailesinin bireyleriyle birlikte, tüm vakıf mensuplarına ve destekçilerine en iyi dileklerimi sunarım.

Kaynak – Can Türe – 24 Ocak 2021 – ARAŞTIRMA, Günlük Haberler: https://turk-internet.com/mobilya-dosyasinin-sonuclari-turkiyede-islenen-benzeri-suclarin-cezasiz-kalmayacaginin-gostergesi-oldu/

[Kaynak sayfadaki siyah-beyaz fotoğraflar AYPA tarafından renklendirilmiştir.]

1 Comment

  1. ATGB’ne teşekkürler bu güzel yazılar için. En dikkat çekici ve yararlı olan yazılardı bu satırlar.
    Başarınız daim olsun.

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*